Övüldü Yalnızlıklar
Övüldü yalnızlıklarım, bir nehir yatağında kurudu en iyi yanlarım. Sen giderken adını yazmıştım geliş yoluna, sen gelirken adımı sildim gidiş yolumdan...
Olduğun gibi kendini koru, deformasyona uğramadan, ellerin titremesin tuttuğunda sigarayı, gözlerin yalancı bakışlarla akıtmasın bu hayata dair bir lahza...
Sen gamsızsın, üzmezsin kendini bilirim. İki şarkıyla coşar, bir şiirle ağlarsın. Bir türkü çalar, gaza getirirsin hayatı. Kendince eğlenir, derin hülyalara dalarsın. Biri üzerse, diğeri bağlar seni hayata...
Sen giderken adını yazmıştım, sen gelirken adımı sildim gidiş yolumdan...
Karakteristik özelliklerin koptuğu bir sınır çizgisinde, makiydi bitki örtüm. Kıraç bir bitki örtüsüne meyilli bir aşk çocuğu; ne tuhaf oysa bu filmin girişi olmalıydı, düğüme bağlanırken her şey...
Nerden bilebilirdim sabah kalktığımda, mutfak tüpünün bitmiş olacağını ve nerden bilebilirdim, dolapta birkaç ezik domates kaldığını. Bilemezdim, her gün o odaya girerken gördüğüm ve beni güldürmeye çalışan o adamın ansız gidişini...
Ah be çocuk, “cami avlusuna bırakılmış bir piç gibi” koyup da gittin...
İnsan bir ardına bakar, çiğnediği yola döner de çevirir başını; Bir albüm unutmuşsun odan da bir de, sinmiş “sen” kokusu; başka yok!
Bu ilk değil, son da olamayacak belki...
Her defasında ruhumu haczeden ağır tufanlardan biriydi sadece... Kopup giden aşkıma da verdim biraz, birazcık anama, birazcık babama da dağıttığım. Her dokunana ruhumun beyaz eşyalarını sundum çekinmeden!
Bu ilk değil, son da olmayacak belki...
Her defasında ruhumu haczeden ağır tufanlardan biriydi sadece; sonunda sen de koparıp gittin içimden bir şeyler...
İnsan alışır. İnsan zamanla evcilleşir. Törpüler en hırçın duyguları ve uyumlaşır insan! “Hiçbir şey imkansız değildir” dediğim o sözden sonra, bu dereden çok su aktı ve duruldum galiba...
Her gidiş sonrası, “gidenin” gitmemesi adına yaptıklarım, ne mucizevi şeylermiş böyle!
Yoo artık yok!
Daha sakinim şimdi, bir başka kabulleniyorum ayrılıkları. İçime çektiğim derin soluklar gibi, her “gidişi” bastırarak ve görmezden gelerek...
Övüldü yalnızlıklarım, bir nehir yatağında kurudu en iyi yanlarım.
Şimdi dedem gibiyim...
Akşam olduğunda çay demliyorum kendime, sonra sobaya odun atıyor, pencereme damlayan yağmur damlacıklarının, camdan aşağıya doğru süzülüşünü izliyorum. O damlacıkların çıkardığı “tık tık” seslerine de anlam yüklemiyorum artık. Haftanın herhangi bir gününün, diğer günlerine kıyasla daha başka anlamları da yok! Pijamalarımı giyip, ayaklarımı yıkadıktan sonra uzanmak, tüm akşamlarımın ortak bir paydası oluyor.
İlk giden sen olmadın!
Senden önce de gidenler vardı.
Ve ben her defasında “ölümsüzlükle” kandırıldım. Her defasında da bir hayal kırılıklığı oldu payıma düşen; payıma düşen ruhumun mengelere sıkışması gibi bir şeydi...
“Giden”?..
- Telefon çalmayacak mı?
- Kapıyı açıp da, “merhaba” demeyecek mi?
Gelmeyecek...
Dedim ya, alışmak güç olsa da, başarıldığında iyi ediyor adamı...
“Giden” geri gelmeyecek ve bende hep dedem olacağım.
“Bir ömürlük pijamalarımı hazırladım, rengarenk ve her yağmurda, yağmur damlacıklarıyla buğulanmış o camdan koparacağım takvim yapraklarını...
Ah be çocuk, “cami avlusuna bırakılmış bir piç gibi” koyup da gittin...
Ne geride söz bıraktın söylenecek, ne de bir yazı... Bir albüm unutmuşsun odan da, bir de sinmiş “sen” kokusu; başka yok!
Öyle ya, ilk giden sen değildin, ben de ilk kez yanmadım!
Lanet ki ne lanet; Eylül de bitti işte; sen de gittin Eylül’de...
Dingin akşamlarımın senfonisi de gurbet yolunda şimdi... Şimdi kim bekleyecek ki geçsin zaman Ekim, Kasım, Aralık, Ocak ve hüznüme hüzün katacak, “sarı yapraklar artık yok” demenin elemi dolacak, karbondioksit ve oksijen karışımı soluğuma... Sonra Şubat, Mart ve Nisan, ter kokusunu alır gibi olurken her yanım kahır ki ne kahır, elem ki ne elem, çık çıkabilirsen yüreğim...
Ve en kötüsü, en acısı Mayıs, Haziran Temmuz ve Ağustos, bu dingin aya ulaşmadan çekmem gereken bir cefa...
Yazmak bile hoş oluyor ve ihtimalini düşünmek bile diken diken ediyor her yanımı.
Gurbetim Eylül’e çatmıştı,
Hüznüm de öyle!
Senin gidişin
Ve bir aşkın közleri de bu ayda ıslatılmıştı.
İlk kez dedem gibi pijamaya merakım...
Şimdi bir ev dolusu bağışıklığım var ayrılıklara... Boştur, sessizdir...
Banyo önünde kirli çoraplarını göremeyecek olsam da,
Masaya düşecek sigara küllerinin yokluğunda, beni sinir ettiğin “tüm zamanların en uyuz adamı” olsan da bazen...
Sustum dostum...
Gittin dostum...
Övüldü yalnızlıklarım, bir nehir yatağında kurudu en iyi yanlarım. Sen giderken adını yazmıştım geliş yoluna, sen gelirken adımı sildim gidiş yolumdan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Kadın Dünyası * Erkek Dünyası Evlilik -- erkekçe, kadınca