Aşkın "Gizemli" Yolculuğu
Aşk üzerine neler yazıldı neler çizildi... Aşkın Metafiziği’nden popüler kitaplara, ilkçağlardan günümüz kadar aşk her zaman incelenen bir konu oldu. Bu sefer de aşka biraz arketipik bakalım istedik... Arketipik diyince de eski kültürlerden almak gerekir.
Eski kültürlerde Tanıça ve Tanrı birlikteliği büyük önem taşımaktadır. Tanrıça, dünya’nın bolluk ve bereketini temsil ederken, tanrı da onun dölleyicisi, bolluk ve bereketin başlatıcısıdır. Eski kültürlerde “Hieros Gamos” (Kutsal Evlilik ya da Kutsal Birleşme) olarak kutlanan bu kutsal birleşme aslında, Dünya’nın bolluk ve bereket ritüelidir. Bu bağlamda, eski inançlar, tek eşliliği savunur ve her birleşmenin ve birlikteliğin o eski günlerde Tanrıça ve Tanrı tarafından yapılan yaratma eyleminin bir tekrarı olduğunu görür.
Psikolojik olarak incelersek, Hieros Gamos aynı zamanda insanın içindeki erkek ve kadın yönlerin de birleşmesidir. Bu birleşme sonrasındadır ki, insan yaşamının kontrolünü alıp, yaratıcılık eylemini sağlayacaktır. Bu bağlamda, Evren’in amacının dişi ile erkeğin birlikteliği diyebiliriz. Bu nedenle erkek de kadın da içgüdüsel olarak bu eylemi gerçekleştirmek için hareket etmektedir.
Erkeğin arayışı her zaman Kutsal Kâse’nin arayışı ile sembolize edilmiştir. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, Kutsal Kâse (Holy Grail-Saint Graal) aslında dişilikle ilgili bir semboldür. Erkeğin bu evrensel birleşmesi aslında Jung’un deyimi ile kendi içindeki kadınla birleşmesi ya da daha geniş açıdan bakarsak Evren’deki dişi ve erkek güçlerin bir birlikteliğidir. Erkekte primer anima figürünü anneden aldığı için aslında bu birleşme, bir başka erkeğin, babanın dişisi olan anneden koparak kendi dişisini bulmak yönünde inisiyatik bir yolculuktur da aynı zamanda. Ancak çok da kolay değildir bu anne etkisinden kurtulmak. Anne etkisinin atılması mit ve efsanelerde değişik şekillerde karşımıza çıkar. Yukarıda belrittiğimiz Kutsal Kâse’nin aranması mitlerinde bu çok güzel gösterilmiştir. Bu temayı Johnson (He, Erkek Psikolojisini Anlamak, 1992) Perseval ve Kutsal Kâse efsaneleri üzerinden okumaktadır:
“Annesini bulmaya giden Parsifal, kendisi ayrıldıktan kısa süre sonra onun ölmüş olduğunu öğrenir. Kadıncağız, oğlunun ayrılığına dayanamamış ve üzüntü içinde göçüp gitmiştir. […] Doğal olarak, Parsifal annesinin ölümünden dolayı kendini suçlar ve pişmanlık duyar. Ama bu suçluluk ve pişmanlık genç adamın erkeksi gelişmesinin kaçınılmaz bir bölümüdür. Hiç bir oğul, şu ya da bu biçimde annesine ihanet etmeden erkekliğe ulaşamaz. Eğer onun gönlünü hoş tutmak için yanında kalacak olursa, yaşamı boyunca anne kompleksinden kurtulamaz. Çoğunlukla anneler, oğullarını dizleri dibinden ayırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Onları, kendilerine bağlı kalma yönünde koşullandırmaya çalışırlar. Eğer oğul, annesinin bu kurnazlığına kapılırsa, erkeklik yönü tehlikeli sarsıtılar geçirir. Annesine karşı ihanet ya da sadakatsizlik sayılsa bile oğul, ondan uzaklaşmalıdır. Öte yandan, annenin de oğlundan ayrılmanın üzüntüsüne katlanmayı öğrenmesi gerekir. Tam bir bağımsızlık kazandıktan ve sevgisini, kendi yaşında bir başka kadına verdikten sonra oğul yine annesine dönebilir ve –eğer sağ bulursa- ana ile oğul arasında başlangıçtakinden değişik bir düzeyde, yeni bir bağ kurulabilir. Parsifal’in annesi, oğlunun dönmesinden önce ölmüştür. Belki de o, kadın birey olmayı bilmeyen, varlığını ancak bir anne olduğu sürece devam ettirebilen ve o rol elinden alınınca psikolojik açıdan ölen kadın türünün temsilcisi idi. “
Gerçekten de erkeğin önündeki en büyük engel, trajik olarak annesidir. Bu sorumluluğu hiç bir zaman hissettirmeyen anne erkeğin eril enerjisini çıkmasını da engellemektedir. Erkek her zaman en güvenli liman olarak da burayı görmektedir. Bu bağlamda bir başka trajedi de kadın tarafından yaşanmaktadır. Kadın bu şekilde erkeğinin bir başka kadınla, erkeğin annesi ile paylaşmak zorunda kalmaktadır. Bu trajedi anne hayatta olmasa bile sürmektedir.
Öykümüze erkeğin gözünden devam edelim.
Erkekte, Şövalye arketipi her zaman ağır basmaktadır. Şövalye dediysek, öyle yüceltilmiş şövalye değil... Maceradan maceraya koşan şövalye. Erkek bu arketipin etkisinde macera arar. Ev hayatı ya da düzenli sevgili sıkıcı gelir. Arada macera yaşamak zorundadır. Karısından korkuyorsa kendini gösterebileceği tek yer işidir. Kendini işine verir. En yükseğe çıkmalıdır, en iyi saati takmalıdır, arabası iyi olmalıdır; iş yerinde başarılı olmalıdır vs. Eğer erkek macerayı karşı cinsle arıyorsa bunu eninde sonunda yapacaktır. En kolay çözüm iş yerinde flörttür. Sonuç yatağa gitmese bile imalı bir kaç söz, arada yemeğe çıkma, işten sonra bir “kahve içme”, hatta bazen gece “eğlenme” dozuna göre erkeğe bu macerayı yaşatacaktır.
Şövalyenin yel değirmenleri ile karşılaştığı bir başka ortam ise kuşkusuz Intenet’tir. Porno sitelerin durağanlığından sıkılan erkeğin elinin altında çöpçatan siteler ve chat durmaktadır. İşin en heyecanlı yeri de burasıdı. “Eyes Wide Shut” filmindeki maskeyi takan erkek burada özgürlüğünü olabildiğince yaşamaktadır. Yazışmaları okusanız aslında o dünyanın en sorumluluk sahibi, en ince ruhlu erkeğidir. Güzel laflar etmesini bilir, cinselliği yerinde kullanmasını bilir...
Efsanelerde şövalye annesini bırakıp gidendir. Oysa bizim erkeğimizin içinde anne kuzuluğu her zaman vardır. Olgun erkek arketipi şövalyenin yanında bir de çocukluk arketipi prens beslenmektedir. Bu da şövalyeyi aslında “annesi gibi” bir kadının arayışına da iter. Her şeyi isteyen şımarık prens sorumluluk almak istemez. Ancak erkek kendini geliştirecek bir kadın arayışını da sürdürmek ister. Öncelikle erkek bu sorumluluğu alamayacak durumda ve animasından habersiz ise durum çok trajiktir.
İşte bu noktada bu erkek ile ilişkide olan kadın için sancılı dönem başlar. Erkek çok naziktir. Çok coşkuludur. Çok aşıktır. En güzel sözleri söyler. Gelecek için hayaller kurar. Hep arar. Masal gibidir her şey. Sonra erkek bir anda ortadan kaybolur. Günlerce aramaz. Kadın merak içindedir. Sonra erkek çıkar. Kaybetmek istemediğini söyler. Ama bir müddet sonra ortadan kaybolur. Eğer kadın bundan sıkılmaz, beklerse, ya erkeğin hayatına birinin girmesiyle ya da erkeğin bu ilşkiyi sürdüremeyeceğini söylemesiyle sonuçlanır her şey...
Kadın biraz inatçıysa, durum daha ilginç olur. Eğer kadın vaktini arkadaşlarına ağlayarak ya da falcı peşinde koşarak geçirmiyorsa, yavaş yavaş durumu anlamaya başlar. Erkek olgun bir erkek değildir. Ya onu büyütecek ya da bu diyardan gidecektir. Eğer erkek ilk şıkkı kabul ederse, kadın için sancılı bir süreç başlar. Eğer kadın anne gibi davranırsa, erkek zamanla kadını anne olarak görmeye başlayacaktır. Bu ilk belirtilerini yatakta verir. Yok kadın erkeğin eril enerjisini arttırabilirse, erkek bir zaman sonra büyümeye başlar, artık karşısında farklı bir kadınlık görür. Kaçamakları azalır. Sonuç peri masalı olmasa da erkek artık bir ilişkiyi kaldırabilecek haldedir.
Erkeğe bu olanları anlatmak kolay değildir. Öyle ya, delikanlı adamın bunlarla işi olmaz. Oysa erkeğin büyümesi toplumun değişmesi için en önemli adımdır. Bu bağlamda sorumluluk sahibi olacak gerçek erkeğin bu yolda inisiyasyonu, bilgilenmesi şarttır.
Eğer erkek sorumluluğunu almak istiyorsa ancak bu arayışını yüceltiyorsa durum daha da farklı olabilir. Bu arayış klasik “mutlu yuva” kurmak isteyen erkeğin arayışı ile temelde aynı olmasına karşın aşkınlığı açısından çok daha farklıdır. Çünkü artık bu arayış fiziksel ihtiyacın ötesine geçerek “inançsal” bir kalıp da almıştır. Bu arayış, “aşkın bir arayış”a dönüşmüş ve bu erkeğin “tanrısal” , “kutsal” ve romantik” bir aşk yaşaması kaçınılmaz hale gelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Kadın Dünyası * Erkek Dünyası Evlilik -- erkekçe, kadınca