Translate

Sayfalar

İzleyiciler

15 Haziran 2011 Çarşamba

Romantik aşkın süresi

Romantik aşkın süresinin uzun olmadığı söylenir hep. Efsanelerde üç yıl olarak anlatılan bu aşkın süresi deneyimlerimizde de çok uzun olmamıştır. Öncelikle kadın bu rolü oynamaktan yorulmaya başlar. O bir Tanrıça değildir ve günahları ve sevapları olan bir insandır, ölümlü bir varlıktır. Herkes gibi, yer içer, dışarı çıkartır, kızar ve hatalar yapar. Bu Tanrıça rolü, ilişkinin sürekliliğinin vazgeçilmezi olduğunda kadın için yorucu hatta bunaltıcı olmaya başlar. Erkek ise, karşısındaki Tanrıça’dan bir Tanrıça’ya uymayan davranışlar gördüğünde önce şaşırır, görmezliğe gelir ama sonunda o da dayanamaz hale gelir. Karşılıklı anlayış içinde çözülebilecek birçok anlaşmazlık şiddetli kavgalara dönüşebilir. En kötüsü, çiftlerden biri ayrılmayı teklif eder. Bulunan tanrısallığı kaybetme korkusu sürekli bir ayrılık ve barışma şeklinde kendini gösterir.

Sonuç trajik olarak kaçınılmaz bir ayrılık ve içine düşülen boşluk olur. Bu hiçlik duygusunu daha öönceki yazılarda tanımlamıştık. Bir de bunun üzerine dinsel temalı bir boşluğun gelmesi yaşamı iyice anlamsızlaştırır. Oysa “romantik” aşk erkeğin kendi içindeki animasını keşfetmesi açısından kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Animasını karşısındaki kadında sembolleştiren erkek onu daha yakından tanıma fırsatı bulmaktadır. Bunu dinsel ya da ezoterik bir deneyim gibi aşkınlaştıracağına bir ölümlü gibi düya koşullarında gördüğünde erkek kendi animası ile birlikte karşısındaki dişiyi de tanıyarak sağlıklı bir karar verebilecektir. Bunu yapamayıp ayrılan erkek için yeni bir deneyim başlar. Artık hiç bir şey eskisi gibi değildir. Tanrısallığı, Ruh eşini ya da başka bir şekilde adlandırdığı sevgilisini kaybetmiştir. Yeni ve çorak bir dünya içinde anlamsız bir yaşam başlamıştır.
Bu anlamsızlık yeni bir sevgili bulana kadar devam eder.
Erkek artık aynı hatayı tekrarlamamak zorundadır. Karşısına bu yeni çıkan kadın bir Tanrıça değil belki de Tanrıça’nın bir lutfu olan rahibesidir. Erkek bu kadını bir insan oalrak her yönüyle tanımak zorundadır. Bu onun yılalrdır aradığı parçası değil karşısına çıkan kanlı canlı bambaşka biridir. Bunu aşkın bir deneyime çevirmek yerinde maddesel ama karşısındakini animasını tanımaya yönelik deneyime çevirdiğinde gerçek bir ilişki başlar. Bu erkeğin tanrısal talplerinden vazgeçmesidir de aynı zamanda.
Qualls-Corbett bunu şöyle açıklar:
Erkeğin gerçek kadınlarla ilişkilerine her zaman yansıtılmış, anima ile olan bu etkileyici bağlantıda, ergil ego bilinci temel bir aydınlanmaya ulaşır. Aşk tapınağına giren yabancı olarak erkek, öteki ile birleşmek için ego bilincinin bir yönünden vazgeçer. Bu birliğin kendisi, ergil ve dişilin eşitliğini simgeler; hiçbiri hükmedici, talepkâr ya da sahiplenici değildir. Anima ile olan bu olumlu ilişki sayesinde, bir erkek yaşamında heyecan verici, etkileyici bir canlılık deneyimler; bir yüke dönüşmüş olan eski düşünce ve değerler artık omuzlarından kalkmıştır.”
Bu şekilde erkek eşit düzeyde bir aşkı tanımış olur. Bu aşkın sürekliliğini artık “kader” değil kişiler belirler. Bu bağlamda her yaşanan gerçektir. Eğer erkek bu sonunda animasını tanıdığında artık aradığı mutluluğu bulur. Bu bağlamda Kutsal Kâse sahibine hizmet etmiştir. Hem onu taşıyan kadına hem de erkeğe. Erkek artık kral olmuştur.
Kral ülkesinin sorumluluğunu alan erkektir. Erkek, kendi ailesinin ve ikşkisini soumluluğunu aldığında kral olacaktır. Kadın onu kendi kupası, dişiliği ile beslediğinde kralın gücü artacaktır ve ailesini daha da mutlu edecektir. Dünya yüzünde krallıkların artık azalması gibi erkeğin kral olması da çok kolay değildir. Toplumsal yapı ve anne etkisi onu bu durumdan uzaklaştırmaktadır. Kral ancak kayadan saplı kılıcı çekerek kral olur. Kılıcı almasını sağlayacak olan da kadının onda yükselteceği eril enerjidir. Bu durumda kadın da artık kılıcı elden bırakmalı ve sorumluluğu erkeğe devretmeli ve kadınlığını ele almalıdır. Kral kendisi ile mücadele eden kadından eninde sonunda uzaklaşacaktır. Burada bütün olay kadının üzerine yığılmış gibi duruyor ama gerçekten de Tanrıça gibi kadın belirleyicidir.
Günümüz toplumu kadın için gerçekten travmatiktir. Eril enerji yoksunu erkeklerin çoğunlukta olması kadının mutsuz olduğu ilişkileri sıradanlaştırmaktadır. Bu bağlamda, kadının bir başka görevi de eril enerjiyi ortaya çıkartmak olmaktadır. Bu rollerin yeniden düzenlenmesi, eski pagan toplumlarının çok daha fazla anlaşılması ile de olanaklıdır. Bilinçaltında yaşayan formlar her zaman dış dünyada yaşananan yaşamın uyumsuzlukları ile çelişki yaratır ve sonuçta kaçışlarla ya da ruhsal bozukluklarla sonuçlanır. Kadının bu bağlamda, erkeğin içindeki eril enerjiyi çıkartması bir zorunluluktur. Aynı eski toplumlardaki Ana Tanrıça rahibeleri gibi.
Erkeğin içindeki erilliği çıkartmak aslında bir kadının Havva ve Lilith arasındaki, rolünü almasıdır. Erkekten sorumluluğu istemesidir. Bu yavaş ve uzun bir süreç olmakla birlikte, kadının dişil enerjisinin artması ve erkekten talep etmesi ile olanaklıdır. Erkeği tekrar kadının hizmetine çekmek, kaybolmuş bu erkekliği yeniden ortaya çıkartmak ve onu eril enerjisini arttırmak günümüz Ana Tanrıça rahibeleri oalrak, bu farkındalığı kazanabilen kadınların zaferi olacaktır.
Peki ya durum böyle mutlu son ile bitmez ise...
O zaman ayrılık kaçınılmaz olur.
Bazen ayrılıklar o kadar acı oluyor ki, kişini kendini toplaması, başkası ile yeniden başlayabilmesi çok zor hatta olanaksız oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kadın Dünyası * Erkek Dünyası Evlilik -- erkekçe, kadınca