Zeus kılıcı ile dünyayı ikiye böldüğünden beri, ayrılan parçalardan birine dişi, ötekine erkek denildi. Aslında birlikteliği, sonsuz mutluluğu ve bütünü oluşturan bu iki parça, farklılıklarına düşmanlık besleyerek, doğru tarafı işaret eden çarkların yönünü değiştirdiler. Tanrıyı anlamadığımızı ve onun sesine kulak vermediğimizi, günümüzde bu kadar açık yaşarken ve örneklerini kimi zaman gazetelerde, kimi zaman da burnumuzun ucunda cereyan ettikleri sırada gözlemlerken, olanları sorgulamaya aç kalmış bir kalbimiz ve beynimiz olduğunu ne zaman anlayacağız? Bu sonsuz mutluluğu yaratacak dişi ve erkek parça, farklılıklarını eşleştirdiklerinde ortaya çıkacak güzelliğin sarhoşluğu ile dans etmeye ne zaman başlayacaklar?
İlk kalp atışlarımın ardından, vücut bulan bedenimi şekillenmeye bırakırken ve annemin o sıcacık karnında bir sağa bir sola hareket ederken, dışarıdan gelen telaşlı sesler rahatımı bozdu, şöyle bir kıpırdandım. Bu telaşlı seslere kulak kabarttığımda ve konunun hangi cinsiyete ait olduğum ile ilgili olduğunu kavradığımda, sırıtıp, annemin karnına ilk tekmemi attım. İhtiyaçlarımla ilişkilendirildiğinde bu merak o kadar anlamsız ve gerçek dışı geldi ki, yeni öğrendiğim gülme eylemini gerçekleştirirken içten bir zevk duygusu benliğimi sardı. Ben içine düşeceğim dünyayı henüz görmemişken ve seçme şansım yokken, sevgili ailem benimle henüz tanışmamışken ve ben onlarla kaynaşmamışken, merak edilecek o kadar çok şey varken, neden kız ya da erkek olduğuma dair sarf edilen, susmak bilmeyen yorumları duymak zorunda olduğuma anlam verememiştim. Ancak ben tüm bunları düşünürken, ailemle aynı dili konuşmayı henüz öğrenmediğimi anladım. İlk tekme pek işe yaramamıştı ve hatta cinsiyetimle ilgili dedikoduları da arttırmıştı. Oysaki ben eğlenceme bir parça hareket katmak istemiştim, ancak erkek olduğuma dair söylentiler güçlenmişti.
Kız mı, yoksa erkek mi olduğumu ben de bilmiyordum. Zaten bu ifadelerin ne anlama geldiğine dair bir fikrim de yoktu. Ben bir bebektim. İhtiyaçlarım sağlandığında ve bunun ardından gelişimim tamamlandığında bulunduğum bu kapalı ama değerini sonradan daha çok anlayacağım dünyadan, çığlıklarım eşliğinde koparılıp alınacaktım. Seçme şansım olsaydı eğer, kalmak istediğim yerin sonsuza kadar burası olacağına yemin edebilirim. Ama gelişimimin bitmesine yakın, içine itildiğim dünyanın nasıl bir yer olacağına dair merakım da güçleniyordu.
Sonra bir gün doğdum. Çığlıklarım nedense aileme mutluluk verdi. Oysa ben çıkmak istemediğim geçici evimden kovuluyordum. Doğa bana acımasız davranıyordu ve özgürlüğümün en üst seviyesinde kanatlandığım cennetimden beni ayırıyordu. Doğduğum gün annemi ve babamı gördüm kısık gözlerimle. Mutlulardı ve beni çok beklemişlerdi. Henüz anlamını bilmesem de, “kız” olarak dünyaya gelmiş olmamın az biraz hayal kırıklığını yaşadıklarını hissetmiş olsam da, onları sevdim ve onlara bağlandım. Çünkü onlara ihtiyacım vardı. Sevgilerine, ilgilerine, bana sağladıkları ve sağlayacakları olanaklara ihtiyacım vardı. Onlardan bağımsızdım ama onların bir parçasıydım. Dünyanın neresine gidersem gideyim, ait olduğum üç yaratıcım vardı: Annem, babam ve mucizelerin Tanrısı.
Doğumumdan bir süre sonra dünya garip davranmaya başladı. Küçüklüğümle alay etti ve beni sayısız sıfatlara boğdu. Önce cinsiyetimi verdiler, sonra ismimi. Bir kimlik edindim. Bir aile, bir kimlik ve ardından davranışlar edindim. Biraz büyüdüğümde yasaklar edindim. Cinsiyetime zamansız göndermeler edindim. Henüz küçük bir kız çocuğu olduğumda, eteğimi sıkı sıkı kapamayı alışkanlık edindim. İtilmeyi ve dışlanmayı, bazen de erkek kardeşlerim tarafından ötekileştirilmeyi. Ben ilgi çekmemek ve neşelenmemek için yetiştirilmeyi öğrendim. Ağaçlar olağanca yeşilliği ile bana göz kırparken, ben evde oturup okula gönderilmemeyi, çılgın eğlencelere uzaktan bakmayı edindim. Ailemin, doğduğum gün yüzünde gördüğüm ifade, yerini zamansız ayıplamalara ve uyarmalara bıraktı. Ben “kız”dım ve gelecekte sadece“kadın”dım. Birinin emri altına girmeye, birinin beni idare etmesine ihtiyacım vardı. Dünyayı erkeklerin ve gücün döndürdüğünü erken öğrendim. Bir tokat darbesinin hükmünün geçtiği yuvaları gözledim.
Şansın ne olduğunu, bir sabah yolda giderken karşılaştığım, o yaşıtım kızda tanıdım. Süslü çantası ve örgülü saçları ile okula girerken, dünyanın bazılarımız için ne kadar güzel olduğunu ilk onunla karşılaştığımda anladım. Hayat bazılarımıza adil davranırken, bazılarımıza ne kadar acımasızca gülümsediğini aynaya baktığımda kendi yüzümde gördüm. Annemin sıcacık karnına o günden beri dönmek için her gece mucizelerin Tanrısına bildiğim bütün duaları sıraladım.
Dünya hırsla, öylece dönmeye devam ederken, bazılarımızı yörüngesinden nasıl fırlatıp attığını, okumayı güç bela öğrendiğimde anladım. Gazeteler evlendikleri erkeklerden sonsuz işkenceler gören kadınlardan bahsediyordu. Gidecek yerleri, edinecek misyonları ve neşeyle gülümseyecekleri bir dünyaları olmadığından, cehenneme saplanıp kalmış meleklere edilen bu sonsuz işkencelere lanetler okudum. Bizler sevmek ve sevilmek ihtiyacına bu kadar şiddetle açken, yapılanların nedensizliklerine tarifsiz kalmıştık. Güce tapmak ve o gücü, güçsüz üzerinde uygulamak zaten bu kadar kolayken, evini arayan karıncanın üzerine basmak neden diye defalarca cevabını bildiğim soruları tekrarladım.
Zeus kılıcı ile dünyayı ikiye böldüğünden beri, ayrılan parçalardan birine dişi, ötekine erkek denildi. Aslında birlikteliği, sonsuz mutluluğu ve bütünü oluşturan bu iki parça, farklılıklarına düşmanlık besleyerek, doğru tarafı işaret eden çarkların yönünü değiştirdiler. Tanrıyı anlamadığımızı ve onun sesine kulak vermediğimizi günümüzde bu kadar açık yaşarken ve örneklerini kimi zaman gazetelerde kimi zaman da burnumuzun ucunda cereyan ettikleri sırada gözlemlerken, olanları sorgulamaya aç kalmış bir kalbimiz ve beynimiz olduğunu ne zaman anlayacağız? Bu sonsuz mutluluğu yaratacak dişi ve erkek parça, farklılıklarını eşleştirdiklerinde ortaya çıkacak güzelliğin sarhoşluğu ile dans etmeye ne zaman başlayacaklar?
Âdem ile Havva’dan beri medeniyeti yaratan insanoğlu, evler inşa etti, meslekler icat etti ve şimdi de teknolojiye kucak açtı. Yarattığımız düzene boyun eğerken, kazandığımız paraların, yükseldiğimiz kariyerin ve satın aldığımız arabaların çok ötesinde bir hedefimiz olduğunu çok azımız keşfetti. Tüm dünya arı gibi çalışırken ve asıl eksiğini, zihninin derinlikleri gömerken, kalp, ruhun kara deliklerinde yaptığı kazıyı, kulaklara fısıldar. Düşünün ki her şeyinizin olduğu bir hayatınız varken bile, o hayatı paylaşacak öteki yarınız, bir ruh eşiniz yoksa mutsuzsunuzdur. Hayat bize tüm bu çarkı çevirirken, yanımıza bir eş almamızı, enerjimizi ve yarımlığımızı o eş ile tamamlamamızı Tanrı buyruğu saymıştır. Bizler tek başımıza bu kadar acizken ve ötekine ihtiyacımız bu kadar fazlayken, susuz nehirler kadar kurumaya, çoraklaşmaya yüz tutmuşken, şiddetle dans etmek, egolara ve başıboş komplekslere boyun eğmek neden? Tüm hayatlarımızı paramparça etmek, öteki yarımıza yüz çevirmek neden?
Hayat hediyelerini bereketli topraklar gibi sunar, kimileri bu toprakları derin bir sevgi ile sular, kimileri de susuz bıraktığı topraklarla ve yalnız atan yüreğiyle kendi karanlığına gömülür. Herkes hayatta bir seçim yapar, ancak pek azı seçimlerinden mutluluk duyar. Bilgiyi temsil eden erkeğin topraklarında, bereket tohumlarını eken kadın kabul gördüğünde, ikisi bu dünyanın merkezine oturur. Sevgiyle dönen bir dünya, yıldızlı gecelere ve güneşli günlere hasret kalmadan, sonsuz birlikteliğin enerjisi ile boşlukta en güzel dansını yapar. Dünyanın ritmine ayak uydurmanın sırrı işte bu sihirli dansta gizlidir. Bu sihirli gizin keşfedildiği dünya, tarifi mümkün olmayan bir cennet kadar güzel, bütünün gözler görülür mükemmelliğiyle gerçektir.
Kadın Dünyası * Erkek Dünyası * İletişim * motivasyon * Evlilik -- erkekçe, kadınca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Kadın Dünyası * Erkek Dünyası Evlilik -- erkekçe, kadınca