Bir Çöplüğe Bakar Öyküdür
Zeyyat Selimoğlu
 Babacığım çöplüğü göster bana, dedi çocuk.
Baba oğul anayolda yan yana yürüyorlardı; ana yoktu artık, ana geçmişten   güzel bir anıydı, o kadar.
Babacığım bana söz vermiştin, dedi çocuk yemden çöplüğü gösterecektin bana.
Sağ yanlarında her türdün kısa bitki ve kır çiçeklerinin arasından  açılmış   toprak bir yol, öteye doğru uzanıyordu; ötenin daha da ötesine  deniz olanca   genişliğiyle yerleşmişti. Bütün çevre çamlarla,  fundalıklarla, otlarla   kaplıydı; çöp kamyonlarının gide gele açtığı  toprak yol, buraya yabancıydı   aslında, yerini şaşırmış, apışıp kalmış  gibiydi: Bir vücude sonradan   takılmış protez bir kol ya da bacak!
Peki, dedi adam, gidip görelim çöplüğü.
Bunu söylerken, oğluna neden hiçbir zaman "hayır" ya da "olmaz şimdi"    diyemediğini düşündü, toprağa verilmiş anneyi anımsadı, eşini!
Toprak yolda ilerledikçe, sıcağı iyiden iyiye ağırlaştıran bir çöp  kokusu,   denizden gelmesi gereken serin havayı hiçe sayarak gittikçe  kuvvetleniyor,   baba oğulun yolunu görünmez bir ağ gibi kuşatıyordu. Bu  konudaki ekşimiş   yemek artıklarının, fare leşlerinin, bozulmuş  sütlerin, dipleri yağlı,   güneşte kalmış konserve kutularının, çürümüş  domateslerin, ezik   patlıcanların, cılklaşmış kabakların, kokuşmuş  midyelerin havayı dolduran   havayı boğan, havayı çökerten, çevreyi  tehdit eden etkinliği elle tutulacak   gibiydi.
Çöplüğe yaklaşıldıkça, gittikçe gerileyen Akdeniz kökenli bitkilerin  güzel   kokuları ile yarışı kazanacağı belli olan çöp kokularının  çelişkisi kendini   daha bir kanıtlıyor, çöpler ülkesinin bayrağı şu  durgun havada bile   dalgalanıyordu: Dalga dalga geliyordu kokuları.
Baba oğul, çöp denizine inen çöp uçurumunun başına kadar ilerleyip,    durdular. Yukarıdan aşağıya neredeyse dimdik inen bu garip, bu korku ve    tiksinti uyandıran dünyayı gözden geçirdiler. Çocuk iyice sokuldu  babasının   yanma, babasının yanıbaşında duymak istedi, tutunacak bir  yer aradı,   babasının bacağına tutundu.
Çöple dünyası, yeryüzünde bir ölüler dünyasıydı aslında: Eskiden bir  değer   taşımış, ama artık işe yaramaz ne varsa burada toplanmış, ortada  kalmış   cenazelerinin kaldırılmasını bekliyor gibiydiler. Son  sözlerini söylerken   ağızlan açık kalmış tabam ayrık partal kunduralar,  eskiden onurla nice başı   güneşten korumuş, şimdi yamru yumru, ezik  büzük, kişiliğini yitirmiş, utanç   içinde şapkalar, eskiden pırıl pırıl  şarap kadehlerine şarap sunmuş, şimdi   kulpları kırık, ağızlan dökük,  devrilip kalmış sürahiler, eskiden bardık mı   şişe mi olduklan  anlaşılamayan cam parçalan, günlerce eksilen, yıpranan,   yoksullaşan,  şimdi sadece sapları kalmış süpürgeler, eskiden kim bilir hangi   güzel  kadının elinde bir incelik simgesi gibi yer almış, şimdi bir kenara    atılmış, yüzüne bakılmaz pırtık bir şemsiye: Denize doğru inen bir  çöpler   mahşerinden görüntüler...
Baba oğul bu ölüler dünyasını gözden geçirip de geriye dönecekleri  sırada,   çocuk, babasını pantolonundan çekeleyip öbür eliyle çöplükte  bir yeri   gösterdi.
Baba, şuna bak, şuna bak!
Baba, çocuğun gösterdiği yana çevirdi bakışlarım merakla, ama merakını   ayakta tutacak bir şey göremedi.
Ne var?
Şurada bir şey kımıldadı, kımıldayan bir şey var orada.
Nerede oğlum? Ne var orada kımıldayan?
Şemsiyeyle kunduranın yakınında baba... İşte... Sarı bir kedi var orada, bir   kedi, işte kımıldıyor.
Adam gözlerini kısarak daha bir dikkatli baktı çocuğun gösterdiği yere;    gerçekten, mahşerin tam ortalarında bir yerde, aşağıya doğru dikine  inen çöp   uçurumunun ufacık bir sahanlık yaptığı yerde küçücük bir kedi  vardı. Çocuk,   kedilere seslendiği gibi seslenince, kedi duyduğu  sesten etkilenip başını   yukarıya doğru çevirdi, sesin geldiği yöne  dikti bakışlarını, yalvaran   gözlerle baktı, öyle bakarken miyavladı:  "Dardayım, kurtarın beni!"
Baba, kediyi kurtar, babacığım kurtar o kediyi!
Oraya nasıl ineriz yavrum? Kedinin durduğu yer çok aşağıda.
Neden inmiş oraya?
Yiyecek bir şey bulmak için herhalde, boyundan büyük bir işe kalkmış.
Babasız kalmış bir kedi, baba! Yapayalnız bir kedi!
Çöplerin içindeki kedi, çocuğun ne dediğini anlamış gibi yeniden baktı    yukarıya, yeniden bir miyavladı: "dardayım, kurtarın beni!"
Kurtar o kediyi baba!
Oraya ulaşmak çok zor oğlum, baksana nerede duruyor kedi.
Babası olsaydı yalnız kalmazdı o kedi, kurtar kediyi babacığım.
Adam yitirdiği eşini anımsadı yeniden, oğluna hiçbir zaman "hayır" ya da   "olmaz şimdi" diyemediğini düşündü.
Babacığım, n'olursun.
Adam ileriye doğru bir adım attı, durdu, düşündü, vazgeçecek gibi oldu,    yeniden toparlandı, yeniden baktı uçurumdan aşağı, dapdaracık yerde  kalmış   kediyi yeniden gördü, gülümsedi, kedice seslendiği kedi dönüp  yukarıya   baktı, göz göze geldiler, kedi miyavladı: "Dardayım, kurtarın  beni!"
Adam kararım verince, dönüp oğluna gülümsedi.
Onu alıp sana getireceğim.
Babacığım... aslan babam! diye bağırdı çocuk kendini tutamayıp.
Baba, üzerinde durduğu düzlükten çöp mahşerinin uçurumuna doğru ilk  adımım   attı dikkat kesilerek, ayağıyla yeri yoklayarak. Çocuk korkuyla  soluğunu   tuttu, için için de sevindi kedi kurtulacak diye. Baba bir  iki engebeyi aştı   aşağıya doğru, ama kedi henüz uzakta, derinlik  üzerindeydi. Kediye doğru   yeni bir adım deneyen adam, bir an, ayağının  altındaki dünyanın kayar gibi   olduğunu, ayağımın altmdan bir şeylerin  eksildiğini, üzerine bastığı sağlam   sandığı dünya parçasının  çöktüğünü ayağını boşlukta bıraktığını   algıladığında iş işten  geçmişti. Ondan soması hızla gelişti, adam, öne doğru   kapaklandığım,  kollarının bir işe yaramadığım, çevresindeki çöp mahşerinin   tersyüz  olduğunu, yuvarlana yüvarlana aşağılara doğru indiğini, acıyan    dizlerinin, dirseklerinin, ellerinin sızısını beraberinde taşıyarak,  kedinin   yanından geçip denize doğru indiğini gördü, arkasından  yükselen çığlığı   duydu.
Babasından ses alamayan çocuğun ikinci çığlığı çöp uçurumunun  doruğundan   dört bir yana yayıldı. Önce uçuruma doğru atılmak istedi  çocuk, sonra   korkuyla geriledi, sonra korkuyla geriye döndü, toprak  yolda ters yüzüne   koşmaya başladı. Öyle, gerilere doğru, babasıyla  geldikleri yoldan şimdi tek   başına geriye doğru "babacığım,  babacığım.." diye bağırarak koşarken, toprak   yolun her iki yanındaki  çamlar, bodur meşeler, kocayemiş fidanları, bilinmez   kır çiçekleri,  otlar bitkiler hayretle bakakaldılar toprak yolda ağlayarak,   babasını  çağırarak koşan çocuğa. Şimdiye dek. şu yoldan ağlayarak geçen bir    çocuk görmediklerini düşündüler, içlerine bir burukluk çöküp oturdu.
Gözyaşları yanaklarından süzülen çocuk, toprak yoldan anayola çıktı,    aşağılara, yerleşim merkezine doğru koşmayı sürdürerek uzaklaştı,  anayolun   eğri yapan yerinde, yalnız başına gözden yitti, yok oldu,  yalnız ağaçların,   bitkilerin duyduğu sesi kaldı ileride: "Babamı  kurtarın, babamı kurtarın!"
Bu öykü böyle bitmemeli, böyle bitmesine izin vermemeli hayır! Baba,    uğradığı kazayı atlatsın, vücudunda sıyrıklar, yaralar berelerle bir  süre   sonra dönebilsin evine, oğul babasına, baba oğluna kavuşsun:    Kavuşacaklardır.
Küçük kediye gelince, kediler becerikli hayvanlardır, beceriyle  donanmış   küçük kedi, dört bir yanından kuşatılmış gibi göründüğü o  sıkıntılı yerden   kurtulmanın yolunu bulabilsin: Bulacaktır. 
Koro: Ölmüş nesnelerin mezarıdır bir çöplük o çöplükten yükselen en ince bir   ses bile öyküye konu olur, cana gelir mezarlık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Kadın Dünyası * Erkek Dünyası Evlilik -- erkekçe, kadınca