Kadına yönelik şiddetin nedenleri
Erkeklerin kadınlara şiddet uygulama nedenleri psikolojik, biyolojik,  sosyolojik açıdan incelendiğinde şiddet  ve saldırganlığın nedenlerine  benzer açıklamalar yapılmaktadır.  Psikolojik açıdan bakıldığında, temel  bir iç güdü olarak kabul edilen  saldırganlık, başarı ve üstünlük  sağlamakta ve erkeklerde olumlu bir güç  olarak cesaret, güçlü olma,  enerji, ataklık, vs anlamına gelmektedir.  Psikoanalitik teori toplumsal  cinsiyet rolleri ile ilgili beklentileri  artırıcı etki yaparken, kadın  saldırganlığını olumsuz karşılamakta,  saldırgan kadınları düşmanca  duygular içinde ve kavgacı kişiler olarak  değerlendirmektedir.
Bazı psikologlara göre ise saldırganlığı sözel saldırganlıktan (bağırma,   isim takma) başlayıp fiziksel saldırganlığın hafif şekillerinden  (itme,  tokat atma) gerçek şiddet davranışına  (dövmek, yumruk atmak) ve  uç olaylara (cinayet) kadar giden bir süreç  olarak görmektedirler. Bu  değerlendirme şeklinin, tedavi sürecine ve  çalışmalara dahil  edilebileceğini iddia etmektedirler, yapılan ampirik  çalışmalara göre  gerçekten de her kategorideki davranışlar ve nedenleri  farklıdır.
Fakat kadına yönelik şiddet genel olarak  toplumların erkek egemen  yapısından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda  toplumsal, hukuksal,  ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapısı  içinde kadın  ayrımcılığa uğrayan kadın erkeğe bağımlı kılınmıştır.  Erkeğin  yasalardan ve ataerkil geleneklerden kaynaklanan üstün konumunu,   kadının erkeğe hizmet etmesi, ve erkeğin alınacak kararlarda söz sahibi   olmasını “doğal” gören bir bakış açısına sahip olması şiddeti   beslemektedir. 
Şiddetin kadın üzerindeki etkileri
Şiddet kadını intihara sürükleyebilmekte, cinayete kurban gitmesine   neden olabilmekte, anne ölümlerini artırmakta ve HIV/AIDS’in yayılmasına   neden olabilmektedir. Şiddetin fiziksel ve ruhsal sağlık sonuçları   sosyal ve duygusal olarak bireyin, ailenin ve toplumun tümünü   etkilemektedir. Kısa ve uzun vadede düşünüldüğünde şiddetin etkileri   kadının mesleki ve kariyer yaşamını olumsuz etkileyerek veya sona   erdirirken, onu yoksulluğa ve ekonomik bağımsızlığını kaybetmeye   itecektir. Eğer şiddet aile içinde  yaşanıyorsa, aile yaşamı tahrip  olurken, çocuklar yoksulluk yaşayacak ve  aile yaşamına olan güven ve  inançlarını kaybedeceklerdir. 
Kadına yönelik şiddetin bedensel etkileri; Vücudun çeşitli kesimlerinde   oluşan yara, bereler, morluklar, şişmeler, sıyrıklar, kesikler,   kanamalar, yanıklar, kırıklar, göz ve beyin hasarları, iç organ   yaralanmaları, bütün bunların sonucunda gelişen çeşitli hastalıklar,   kalıcı sakatlanmalar ve nihayet ölüm meydana gelmesi bedensel etkiler   olarak sayılabilir. Fiziksel şiddet, cinsel alana yönelikse, cinsel  organlarla ve hastalıklarla ilgili bedensel etkiler de ortaya çıkar. 
Ruhsal Etkiler; Aile içi şiddetin neden olduğu ruhsal etkiler, bedensel   etkilere göre daha önemlidir. Çünkü bedensel etkiler bir süre sonra   tedavi edilir ve ortadan kaldırılabilirler. Ancak ruhsal etkilerin , hem   tedavisi zordur hem de ruhsal etkiler uzun sürelidir, çoğu kez yaşam   boyu devam eder. Aile içi şiddete maruz kalan kadınların psikolojik   bozukluklar geliştirme açısından daha büyük tehlike altında oldukları   bilinmektedir. Aile içi şiddete uğrayan kadınların ilk şok ve inkar   dönemini atlattıktan sonra , şiddete şiddet  ile karşılık verme ve daha  sonra da depresyon ve kendini suçlama tutumu  takındıkları  gözlenmektedir. Dövülen kadınlar bu dönemde çaresizliği   öğrenmektedirler. Bilişsel bozukluklar, kendini küçük ve önemsiz görme,   sosyal hayattan uzaklaşma, kendine karşı duyduğu güveni ve saygıyı   kaybetme gibi etkiler görülmektedir. Cinsel bakımdan fiziksel şiddete   uğrayanlarda oluşan etkiler ise daha ciddidir. Depresyon, korku, çeşitli   kişilik bozuklukları, alışkanlık yapıcı madde bağımlısı olmaya  yönelme,  kendini suçlu hissedip utanma, kendi kendine zarar verme  girişimlerinde  bulunma ve intihar etme eğilimi bu kişilerde görülen  ruhsal etkilerin  en önemlileridir. 
Sosyal Etkiler; Bir toplumda bu tür şiddet  ve  istismar olayları yaygınsa, bu toplumun bireylerinin büyük bölümünün   beden ve ruh sağlıkları bozuk demektir. Böyle bireylerden oluşan bir   toplumun geleceği olabilir mi? Böyle bir toplumun çağdaş medeniyet   düzeyini yakalaması ve insanlık adına yararlı katkılarda bulunması   düşünülebilir mi? Elbette hayır. İşte, aile içi şiddetin sosyal etkileri   bu biçimde ortaya çıkar. Öte yandan, özellikle toplumumuz için önem   taşıyan ve kurbanlar açısından oluşan diğer bir önemli sosyal etki de,   namus uğruna aile içi şiddete maruz kalmış olan kadınların veya cinsel   istismara uğrayan çocukların, toplum tarafından dışlanması, istenmemesi,   bu kişilere, kirletilmiş, işe yaramaz gözüyle bakılması, bu kişilerin   toplum içine kabul edilmeyerek yalnızlığa itilmeleridir. Bu da parmak   basılması gereken önemli bir sosyal yaramızdır. 
Şiddeti Uygulayanlar Üzerindeki Etkileri; Şiddeti   uygulayan kişiler, üzerinde de bu davranış etkiler bırakır. Bu etkiler   daha çok ruhsal ve sosyal etkiler olarak karşımıza çıkar. Karısına  şiddet  uygulayan bir erkek veya çocuğunu döven bir anne- baba, yaptığı  bu  işten utanır, kendi kendini suçlar, duygularını ve davranışlarını   kontrol edemediği için cezalandırmaya çalışır, pişmanlık duyar,   özgüvenini yitirebilir. Bu gibi kişiler pişmanlıklarını dile getirip, af   dileseler de bir zaman sonra bütün bunları unutup, yeniden aynı eylemi   gerçekleştirirler. O nedenle bu kişilerin mutlaka bir psikolojik   tedaviye ve desteğe ihtiyaçları vardır. 
Şiddetin önüne nasıl geçilmelidir?
Şiddeti önlemek için, konu hakkında bireyleri, aileleri ve toplumu   eğitim yolu ile bilgilendirip bilinçlendirmek gerekir. Kişiler, aileler   ve sonuçta toplum, bu gibi olayları, aile meselesi ve olağan olarak   görmekten vazgeçerse, şiddetin önüne geçilmiş olur. Genel olarak   toplumun eğitim düzeyinin yükseltilmesi de şiddetin azalmasında etkili   olur. Ancak bu uzun soluklu bir girişimdir ve zamanı gerektirir. Şiddete   eğilimli bireylere danışmanlık yapmak, bu kişilerin psikolojik olarak   tedavi edilmelerini sağlamak da önleyici bir girişimdir. Ancak bu da,   kişilerin bilinçli bir biçimde böyle bir desteği aramaları ve   istemeleriyle ve konu ile ilgili olarak toplumsal örgütlerin varlığı ve   etkin çalışmasıyla gerçekleşebilir. Şiddet öğrenilen bir davranıştır.  Bu  nedenle, kitle iletişim araçlarının, özellikle de en yaygın olarak   kullanılan ve toplumu en etkileyici araç olan televizyonun şiddeti   öğretici yayınları önlenmelidir. Televizyon, şiddetin zararlı etkilerini   gösteren, bu konularda toplumu bilinçlendiren yayınlar ile şiddeti   önleyici bir yayın aracı olarak kullanılmalıdır. Şiddete veya istismara   uğramış kişileri destekleyen ve güvence altına alan bir sosyal güvenlik   ve hizmet şemsiyesi kurulmuş olmalıdır. Türkiye’deki sosyal güvenlik  ve  hizmet kuruluşları ile gönüllü kuruluşlar şiddeti önlenmesi  konusunda  “Mor Çatı Sığınma Evleri” ve benzeri çalışmalar yapıyorlarsa  da bu  çalışmalar, gerek nitelik gerekse nicelik açısından son derecede   yetersizdir.
Sorunun çözümü sistemin kendisini yenilemesidir
Peki neden bunca arayışa rağmen sorun tamamen çözülmüyor veya en azından   sorun kısmi düzeyde çözülemiyor? Her yıl konunu üzerinde daha fazla   durulmasına ve önlemler alınmasına rağmen kadının maruz kaldığı şiddet  oranı neden artış gösteriyor?
Örneğin Türkiye’de bir dizi yasa çıkarılmasına rağmen şiddetin önüne   geçilmedi. Yine Demokrasinin kalesi olduğunu iddia eden Avrupa’da da   aynı durum var. Geliştirilen yasalar, kurulan kurumlar elbette   küçümsenemeyecek çalışmalardır. Dikkatleri çekmek istediğimiz boyut,   kadına karşı şiddetin oranın her şeye rağmen düşmemesidir. Evet,   cinsiyetçi zihniyetin hakim olduğu, kadın üzerinde her tür uygulamayı   yapmayı kendisinde hak gören erkeğin zihniyeti değişmediği, erkek   karakterli şiddette dayalı dünya sistemi değişmediği müddetçe kadının   karşılaştığı şiddetin oranı azalmayacak veya sona ermeyecektir. Çünkü   bugün kadının karşılaştığı şiddet tarih  arenalarından süzülerek  gelmektedir. Bireyin ruhsal ve zihinsel yapısı  tarihsel gelişim  seyrinden bağımsız ele alınamaz. Dolayısıyla kadının  karşılaştığı  şiddet sadece eşe, veya  birey olarak bir erkeğe ait değil. Eşitsiz  gelişen tarihin eseri olan  şiddettin köklü çözümü, demokratik bir  sistem ile olabilir. Karakteri şiddet olan günümüz dünya sistemi,  giderek bu karakterini daha da ince ve gizli yapmaktadır. Yukarıda  değinmeye çalıştığımız şiddet türlerinden de anlaşılacağı üzere, şiddet  yalnız fiziksel olarak karşılaşılan uygulama değil. Esas şiddet  ruha,  iradeye ve bilince yönelik gelişendir. Dolayısıyla yalnız kadın  değil,  erkeğin kendisi de yarattığı eserin enkazı altında yaşamaktadır.
Dönemini dolduran erkek karakterli sistemin yerine demokratik sistemin   yerleştirilmesi, çağı kurtarabilir. Yoksa geçen yüzyıllardan daha ağır,   daha büyük şiddet sahneleriyle sarsılan  bir yüzyıl bizi bekliyor.  Lakin insanlığın geldiği aşama da şiddeti  kaldıramayacak kadar hasta ve  bitkin. Hasta ve bitkin düşen insanlık ve  erkek karakterli sistemin  yaşamın her tarafına hastalıklarını  bulaştırmasını engellemek için,  kadının keskin mücadelesi bir tarihi  zorunluluk olarak karşımızda  durmaktadır. Yukarıda değindiğimiz gibi;  sorunların çözümünü  yaşamımızın oluşturan ve donatan araçları doğru  kullanarak yavaş yavaş  hayata geçirmeliyiz. Sorun kısa vadeli bir çözüm  değil, uzun vadeli ve  stratejik bir yaklaşımla çözülebilir.
Okan Bayülgen Muhabbet Kralı 02.Kasım.2010 Konusu : Şiddet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Kadın Dünyası * Erkek Dünyası Evlilik -- erkekçe, kadınca